13 Aralık 2018 Perşembe

Yaşanmamış Hikayelerden





Aşık olmak anlık bir şeydir. Bir tür duygu felci bence ya da akıl felci mi desek. Mantıki bütün melekelerin bizi terk ettiği bir alanda çok anglosaksonca kaldığımız bir mecra. Düşünüyorum bazen ve şaşıyorum kendime.
Birden her şeyin çok parlak olduğunu hatırlıyorum onu gördüğümde. Hele ki ona yaklaşıp sevgimi avuç içlerimde onun insafına bıraktığım zaman... Nasıl da umutlu ve mesuttum.  Aşık olmak beni güldürüyordu. Arkadaşlarıma ondan bahsettiğimi hatırlıyorum. Şey demişti bir arkadaşım şu anki enerjin tüm şehre yeter kızım.
arkadaşım halt etmiş.
 O zamanki kendime şimdiden bakınca annemin haleti ruhiyyesiyle kendi kafama vurup salak mısın sen kız demek istiyorum.
Ama zaman ve yaşanan her şey.. Hiçbir şeyi yaşanmamış addemiyorsun. Kendi kendine kendin için utanıyorsun işte sadece.
Bu benim uzun zamandır ilk hissedişimdi. Bir erkeğe karşı içinde mantık olmadan safi duygu ile ilk yaklaşımım.
Şu satırları yazarken bunun aptalca bir hareket olduğuna ne kadar da kaniyim.
Lakin içinde iken insan işte farkında olamıyor yaşadığı anın. Onunla ilgili ne kadar fazla hayalim vardı. Onu rüyamda görmeden geçirdiğim bir gecem yoktu. Ona belirli zamanlarda verilmek üzere kartlar almıştım, içerisini ne aşıkane şeylerle doldurmuştum. Doğum gününe az bir vakit vardı tanıştığımızda ve ona seveceğini düşündüğüm bir plak almak için para biriktirmeye bile başlamıştım.

Sanırım B. hayatımda böylesi çocuklaştığım  tek an. Bu anı ona harcayıp harcamama tercihim var mıydı? Tüm yaşananlara rağmen yine de onunla olur muydum? Peki ya değersiz hissedişlerim....? Gururum...? Nasıl da umarsız davranmışım. Nasıl da küçük düşürmüşüm kendimi....
Aşık olduğunda insan bunların hiç biri umurunda olmuyor mu gerçekten? Onun bir bakışı için onun tüm bakış açısını kaplayacak kadar büyüyebilir, zaman ve mekan ötesine geçer, Quantum Fiziği ve bilumum bilime halt ettirirdim. Sadece gözlerimiz bir kere buluşsun da bir kere daha öleyim diye gözlerinde.
İşte böyle de klişeler güden, zeka tutulmaları yaşamıştım canım.
Ne enteresan zamanlar imiş...
Şimdi bu ruhsuz halimden selam olsun o günlere..


L.A.

Zamanın ...

"Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı. Bir de camların  buğusuna yazı yazma imkanı ...
demişti iki gözüm. Tam oradayım şimdi penceremde tıpır tıpır damlalar.Karla karışık insan sesleri.Önümde iki satır. Ben seni özlerim.." L.A.


Bir cümle yazı yazmış olmanın verdiği mutluluk. İnsana bilmişlik hali aşılıyor. Günümüz insanında da handikap zaten bu. Her şeyi biliyor olmanın cahillik yanı.İnternet elinin altında olduğu için her türlü bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyorsun ve bu da sana gereksiz öz güven aşılıyor. 
Artık hiçbir şeyin tadını alamaz olduk. Her gıdanın genetiğinin bozulması yetmedi artık duygularda bozuk. İnsanlar zaten..
Tüm bu görüntülerin içinde kocaman kara delikler var her gece birine düştüğümüz yetmiyor tüm günleri de çekiyorlar. Koyu  karanlık huylu bir bulut hakim yaşam ağlarına.
Toroslar'a çıkıp çığlık atmak istiyorum.
Kara kara ağızlar görüyorum gökyüzü diye baktığım yerde. Salyaları tüm hücrelerime nüfuz etmekte.
Gitmek istiyorum gidemeyeceğim yerlere.
Sen zamanın piçisin kızım.

6 Temmuz 2018 Cuma

Özgecan İçin'di

Yazmam hiçbir şeyi değiştirmeyecek, müebbet yada idam da işe yaramayacak.
Öfkelensem sokağa çıksam , Tanrıya havale etsem,,
Anne babasına baş sağlığı dilesem ya da  lanet etsem .
Hepsi nafile…
Ben KADINım…
Dün ölmüştüm , bugün yine öldüm, yarın yine yeniden öleceğim .
Neydi tam hatırlamıyorum, bu cinsiyetimin fıtratında mı vardı?
Tahrik ediyordum değil mi, dır dır ediyordum. Bacak arama sahip de çıkamamıştım.
Bugün otobüse bindim, bağırmadım hatta kesinlikle  kendim istedim.
On iki yaşındayken 16 adama rızam vardı. Yirmi yaşımda da üç adama..
Katillerime de kesinlikle rızam vardı
İtiraf ediyorum ölmeyi ben istedim.
Ben yaptım!!!!
Başka da söyleyecek bir şeyim yok.
Rahat uyuyun …!!

Eskilerden 2

Öyle şeyler çıkmak için kavgalı ki dudaklarıma
O kadar susuyorum ki içime
Pencereyi açıp bir hışımla geceyi yırtsın çığlığım isterken
Sakin derin bir nefese değişiyorum öfkemi
Tırnaklarım parçalara ayırsın bedenleri isterken
Nazik bir dokunuş sunuyorum onlara
Bir mecusi hakimken duygularıma
Bir delilik akarken ve zonklatırken bedenimin her zerresini
Hala sakin sükut ise dışarım …
L.A

Eskilerden

Bir kadın hayal et ..
Senin silikleştirdiğin resmin başında asilce acısını çekiyor. Sessiz bir yolcu bu.
Şehir şehir dolaşıp kaybettiği tekini arıyor ruhunun.
Her köşe başında sen gibi adamların kolları.Her meydanda aşk-ı ilanlar..
Gözlerinin bebeğinde eski fotoğraflardan kalma bir tebessüm,güçlü bir hıçkırık ellerinde sıktığı.
Bir kadın hayal et 
Senden bir anı alacağı var
Uzun zamanlı kahkalar borçlusun ona
Ve sen sonbahar rengi donuk gözleriyle ona hüzün dolu mahpuslar bırakan adam
Na-mahremdi sana bu ten
Dudakların yasaktı dudaklarıma
Bir günahın tohumunu ektik yürekli cesur neferler gibi gecelerimize
Beni bir ateşin içine saldın bir kor,bir yelde sen kattın
Harlandı cehennemim
Harlandı bu ateş 
Ah be adam 
Yaktın
Yıktın
Kül ettin..
“Geceye and olsun ki hiçbir kadın değerince sevilmiyor”
“su" dan  L.A'ya

4 Temmuz 2018 Çarşamba

Kişiler Arası İletişim







İnsanlar arası iletişimde karşılıklı isteğe inanıyorum.Tabi bu isteği belirtebilmek için de öncelikle o kişiler konuşabiliyor olmalılar, sonuçta telepatik değiliz.Bir de gribal enfeksiyonvâri trip bombaları her zaman yanlış tercih olmuştur iletişimde.

Lafı sanatlardan kurtarırsak iletişimin temeli konuşabiliyor olmaktır. Kimse kimsenin düşüncesini okuyamıyor ve ne beklediğini bilemez. Tahmin edilebilir belki istekler ama bu tahminler yaşantılarla paraleldir. Kişinin hayatında o ya da bu şekilde tecrübe etmediği bir yaşantıyı tahmin etmesi zordur.
Günümüz iletişiminde kişiler arası beklentiler sosyal medya, televizyon ve sinema gibi kitle iletişim araçlarıyla yönlendiriliyor. Belki de iletişimin handikapı burada. Bir genel kanıya inanıyoruz ve ilişkilerimizi ona göre düzenliyoruz. Oysa kişiler arası ilişkilerde iletişim temelini iletişimi gerçekleştiren taraflar belirler. Bireysel farlılıklar göz önüne alındığında her iletişim öbeği birbirinden farklı olacaktır. Beklentiler, istekler,kurallar... bu öbeğe özel olacaktır. Bunları düşündüğümüzde genel geçer veriler birer beylik laf gibi kalacaktır.

İletişimin bir basamağı  bu iken sağlıklı iletişimin temelini bireysel olgunluk oluşturuyor. Yani konuşabilecek bir muhatabın olması da önemli. İletişim taraflarının kendi farkındalığına varmış kendini tanımış olması iletişimi bir üst etaba taşıyacaktır. Nasıl ki çocuklar ve akli melekeleri yerinde olmayan insanlar ile konuşmak sağlıklı iletişim açısından olumlu sonuçlar doğurmayacaksa ilişkide muhatap aldığınız kişinin de yeterli bireysel olgunlukta olmayışı  aynı olumsuz sonuca itecektir bu durumu. Yani söylediğinizi anlayacak, söylediğini anlayacağınız bir muhatap bulmak da çok önemli.
Bence insanlar arası iletişimin temeli bu.
Sevgi anlaşmaktır. Şarkıda söylendiği gibi nedensiz sevilmez.



L.A

29 Mart 2018 Perşembe

Bir Araf'tır Düşünsesim




   Bazen yazmak için artık kısır kaldığını görürsün düşüncelerinin. Oradayım şimdi. Kısırlığın ortasında. Rahmi döl tutmayan bir kadın gibi kalemim. Düşünceler gelip, sözcükleri giyinir gibi yapıyor, sonra def olup gidiyorlar. Beni düşüncelerim bile terk ederse, şaşırmam.

Ucube olmaya alıştım nasılsa. Gözlerimde yaşlarla değil boğazımda yumru, burun direğimde kara bir hırsla hatırlıyorum bu lafı. -Sensin ucube orospu,  diyemedim u’ları ü’ye çalar bir “tüuüü’’ tiksintisiyle. Diyemedim içimde kaldı, zehir oldu kuyruğumun ucunda. Kuyruğumun ucunda evet. Geniş sert kıvrık bir akrep kuyruğu çaldım, çalmadım aldım,savaşta kazandım.
Gülme,sözcükleri dillendiren çatal dilini unuttun.Çengi meclisindeki yılandan mı çaldın?

İnsan olan öfkesini, zehrini dışarı atmaz ise kendi boğulacağı bir deniz olurmuş, diye demişti birileri-umarım demiştir yalancı çıkmak istemem,yalancı çıkmak isterim. Tabi isterim, prestij meselesi. Yalan söylemek ayıp olsa pıltıke yap demezdi ninem- politika demeye dönmeyen diliyle. Yalan söylemek ayıp olsa kanalizasyon gibi kokardı insanların ağzı, kusardık konuşurken mikrofonlarda bilgiçler. Alkış etmezdik firar ederken tüm güzellikler ülke sınırlarından. Haah!! Bir de şey var- şu anki halim- mesela bilir ama bir şey yapmaz olmak hali.Köşe başlarına saklanıyoruz “bizz demiştik amaaa’’ egosunu tatmin etmek için ilkel ruhumuzun.

Herkes yalan  söylüyor, söylemeli, söyleyin. Ben mesela en basit yalanımdır ‘seni seviyorum’. “Hayır çiçeğim aslında seni hiç sevmiyorum.’’derim, içimden,içimden tabi ..
Sahi ne gerçek sevgi, var mı ? Bilmediğimden mi –muhtemelen inanmadığımdan- hissetmiyorum. Siz bilirseniz bana da bildirirsiniz. Bildiğiniz umurumda bile değil ama biliniz.
Kelimeler arası çok boşluklar bırakmayı sevmezdim eskiden-eskiden çok şeyi sevmezdim, bu en basiti-şimdi uzunca basıyorum space tuşuna    

enter’e basmazsan sonsuza kadar gidiyor boşluk burada. 

Keşke kötülükler ile aramıza da bu kadar basit mesafeler çeksek de ben bu yazının oyunbaz oluşunu düşlerken, düşmese şehirler düşlerde. Ya da şehirlere bombalar yağarken her gece biz seninle sevişirdik cümlesinde romantizm aramasa insanlar. İklimsel arayışlarda bir kadın düşlerdim eskilerde. Kök salacağı, yaşayacağı bir gezegen aradım.
                                                                                                                                                                                                            Dünlerce aradığımı bugün biri pulsuz, isimsiz bir mektup ile bırakmış kapıma geçenlerde .
 –Allasen mektup mu kaldı dostum,mail atsaydın bari ,dedim önce. Sonra aradığımı bulan birinin olması sevincine kaptırdım kendimi –ki o kapılıştan da kopuşum uzun sürdü, hep bir tören havası ruh hallerimde-  geç de olsa aklıma zarfı açmak geldi. Büyükçe bir beyazlığın içerisinde aceleyle karalanmış bir eskiz, dört harf.
SOBE.
Bölük pörçük düşüncelerim. Düşündükçe bir şeye bağlanmaktan ziyade her şeyle aramdaki bağ daha da inceliyor. Bilmediğim, garipsediğim bir duygu değil artık aidiyetsizlik. Ciddi bir ilişki içerisindeyiz ve işin garip kısmı artık bu durumu hiç can sıkıcı bulmayışım.
Hayatı karman çorman görmüyorum,mantığını kavradım sanırım.
Ama anlatayamayacak kadar güçsüzüm,yolunuz açık olsun…





YARIM KALMIŞ BİR DUYGUNUN HİKAYESİ




Bir çok şey anlatmak ister ya hani insan ve kimileri kelimelerle dans eder bir senkron tutturur hayranca izlemek payınıza düşer. Kimisi susar sadece susar derin bir iç çekişle izlemektir size düşen. Kimisi yazar  uzun uzun yazar konuşmayı unutmuş gibi yasaklı bir cazcı gibi ve praglı’dır belki o cazcı ..
            Egzotik bir ülkenin koyu tenli insanına rastladım yolda az önce, sadece bakıştık. Ense kökümden parmak uçlarıma kadar saran bir kaybetmiştik hissine kaptırdı beni. Eve gidiyordum, bir şehri terk etmenin an öncesi  ve bir adım atmanın sonraya an arkası. Oysa ev yapımı bir dondurma yemiştim az önce çocukluğumda o dondurmadan aldığım hazza yakın bir hazla. Yumurta verip dondurmacıya dondurma aldığımı, bizim tavuklar yumurtlamayınca amcamların evinden çaldığımı hatırlamış utanmıştım bile kendimden çocuksu bir masumiyetle. Özür dilerim tanrım afedersin bile demiştim.
 Peki neden o bakış kaybetmeyi hatırlattı bana? Çok mu mutluydu benim gittiğim şehre gelmekten ya da ben mi kıskanmıştım mutluluğunu . Ağzını açtığında neşeli bir ışık yayılıyordu iki dudağının arasından. Ve ben kıskanmamıştım aslında onu …

           Kaybetmek …  birkaç harf bir anda nasıl da korkunç göründü gözüme..
Eve gelip bavulumu toplamaya devam ettim. Ben bavullarımı öyle kolay kolay toplayamam . Yaşadığı süre boyunca eşyalarını atamayan insanlar vardır ya onlardan biriyim sanırım. Ufak tefek bir sürü ıvır zıvır. Onlarca kalem, üzerine kısa kısa şeyler yazılmış kağıtlar, yıllar önce kullandığım artık paslanmış olan küpenin bir teki, dedemden yürüttüğüm zippo, adını bile hatırlayamadığım ortaokul arkadaşımdan bir fotoğraf, kullanılmaz hale gelmiş bir mum, onlarca çakmak, annemin makası eski sevgilimin bilekliğinin bir parçası, annemin saç tokası, babamın geçlik yıllarına ait bir kare…
Benim masumiyet müzemmiş bunlar. İnsan zaman içinde farkında olmadan biriktirirmiş.
Eskileri atamamak -siz koleksiyonculuk deyin ben hatıralara saygı diyorum- bir hastalık değil  korkunun ardında bıraktığı ayak izleridir. Unutulma ve unutma korkusu . Bir insanın adını hatırlayan son kişi öldüğünde o insan daha önce hiç olmamış gibi olurmuş ve insanlığın lanetidir belki nisyan duygusu.
Zihniniz açılır ya  ve bir anda hücumuna maruz kalırsınız duygularınızın. Tam da o eşikteydim tüm bunları düşünürken. Bir şehri ardım da bırakıyordum. Onlarca anıyı küçücük sokaklarına sığdırdığım bu şehri artık terk ediyordum. Hasretle beklenen bir mektubu açmanın heyecanı hakimken yüreğime ayrılık haberi almış bir aşık gibi de canım yanıyordu.
Ne gariptir insanın halleri… ‘’Yaprak dökerken bir yanımız, bir yanımız bahar bahçedir.’’
Bir mektup bıraktım geriye, bir de adımı. İmzamı taşıyan son sözcüklerdi Beni Unutma.
Unutma çünkü kıskanmadım sana geleni ama korkuyorum senden gitmekten…
 Seyyah yürekli bir kadın geçti senden ve giderken yolda düşürmüş yarısını, iyi bak ona….

Haziran 2016/MUĞLA

ALTERNATİF İKLİM ARAYIŞLARI



AĞAÇ- 1
Ağaç:  özgür , tutsak gibi de
Bir yanıyla toprağı sımsıkı kavramış kök salmış, bir yanıyla elleri gözyüzünde yüzü aydınlık; gülümsemesi , bin bahar yemyeşil… Gözyaşları sohbahar yağmurları, hazin..
Ağaçlar üç kuruşluk oksijene beş kuruşluk semere veren  doğurgan köleler. Tüketilmişlikleriyle yorgun bir kadın esnemesini taşırken , taze bahar dallarıyla şuh bir kadın kahkasını çınlatır kulaklarda.
Arayış içinde meraklısına denk geldik, biraz söz sözledik.
 Ayakların yerde   ey ağaç!
Bastığın, kök saldığın toprağın chi’sini, magmanın ateşini, çağıl çağıl içtiğin suyu  var eden   çırılçıplak bir gerçeklik var . Buyur bir kahve hazırlasın bizim kızlar sana boylu boyunca konuşalım, hatta şimdilik biz konuşalım sen dinle . Haber edelim bizim iklimden sana.
Pırıl pırıl doğarız biz bu coğrafyada  demeyi isterdim sana ama o kadar da aydınlık değil sanki  buralar, sanırsın bitmeyen bir kış yaşanıyor bu iklimde. Her gece birilerimizi avlıyor vahşet,  her güneşte de durmuyor, bir azgınlık halidir bu.  Gün doğmuyor bu iklimlerde orta çağda kaldı zaman. Saatler ilerlemiyor, yerinde sayıyor insanlık. Milyonlarca  çığlık içinde  bir fısıltı benim anlatacaklarım sana.

Sen ağaçsın dalların maviliklere kucak açmış benim saçlarım var dövülürken bir adamın ellerine dolanmış… Kankırmızı bir al bağlamışlardı saçlarıma sanada  versinler ört dallarına erk sahipleri memnun olsun aman ha !
Dünyaya başka pencerelerden bakmayı öğrettiler bize kırmızı- mor pencerelerdi , çürükleri ruhlarımıza işledi. Aman erk sahiplerine söyleme , şikayet etmiyoruz. Bi çare zavallılarız çünkü ..
Koskoca gövden var sapasağlam, dim dik  . Rüzgarlara karşı durur, yağmurlara eyvallah etmezsin .. Ne yücesin ..
Bizim vücutlarımıza kum saati yakıştırmaları ettiler.  Göğüslerimiz kalçalarımız şehveti çağırır, dudaklarımız şuh kahkahaların uğrak yeri orospu kırmızı rengi . Gözlerimiz  şehla aman aman, ağzımız çok laf yapmaz . Saçı uzun aklı kısalar ailesine mensup kocaman bir zar ile sarılı çıplak bedenlerimiz . Çıplak dedim tövbe tövbe  . Zar önemli dikkatler buraya lütfen 
Sana karışmıyorlardır şu ölçülerde olmalı ağaçlar diye burda estetik anlayışları var yer-dip olsalar ama olmuyorlar . Metalar, ölçüler, mezuralar,diyetler, makyajlar modern dünya işkenceleri..
İnsanlık dışı diyecek olursun sakın, insanlık burda.  Yapma!!
Senin fidelerini dikiyorlar ya bu topraklara , adını bilmem ne hatıra ormanı falan koyuyorlar . Şaka gibi çünkü aynı eller birilerimizi bıçağın ucundan damlatırken, alnına namlu dayıyor birilerimizin.Namus etiketi yapıştırmışlar bacaklarımızın arasına. Sıkı sıkıya baraj kurduk yedi kat giyiniyoruz. Ya kaybedersek etiketi namussuz olursak maazallah .
 Sessiz kaldın, üzgünüm konuşamadığını unuttum .
Ben konuşuyorum da ne oluyor çığlıklar atıyorum şu an, belki bi yerde ölüyorum  ya da özel alanıma girmişler tecavüz ve daha niceleri. Üç maymun  cirit atıyor sokaklarda bir ölüm sessizliği kulaklarda sağır edici , aman tanrım .. 
Peki  Aşk desem  ? Senin kalbin var mı ? Ya da soruyu şöyle soralım sen aşık olur musun ? Peki tamam konuşamıyorsun bende konuşmak istemiyorum şu anda. Bir cümle kurayım geçelim bu konuyu. Geceye and olsun ki hiçbir kadın sevilmiyor hakkınca . Zaten sev(e)miyor da..
Karanlık denizlerde rehber  fenerin, kendini bilmeyişini üzerinde  taşıyan kadın selam olsun sana.
Daha çok şişiririm de kafanı hem sigaram bitti hem derse yetişmem lazım . Bir hengamedir aldı yürüdü bizde geri kalmayalım.
 Şimdilik hoşça kal.
Bir yere kaybolma…
İki çift sözü söyleyenin adı : SUS’suzluk

SONRA..



Senden nefret ediyorum,diye bağırıp şah damarıma  bastırdı yeni bileği kokusu burnuma kadar gelen bıçağı ve ben benden ciddi şekilde nefret ettiğini anlamıştım. Hayır!Dur, demeye varmadan nefesimin birden bire bir balon gibi boğazımda şiştiğini hissettim. Boynumdan aşağı erimiş lav akar gibiydi oysa parmaklarımın uçları çoktan donmuştu. Sonra …

Yaşamın bir yarış olduğunu söyledi Bekir otobüste giderken. Nereye gittiğimizi bilmeyen bir bakış vardı Selda’nın gözlerinde. Üç arkadaş hayatın bizim için kurguladığı senaryoyu oynamaya gidiyorduk. Nasıl bir akşam kahve içmeye giderken başlayıp, hastaneye doğru yol alırdı ki?Kan bankası yazan tabelanın altından geçtiğimiz vakit burun deliklerime kan kokusu doldu. Bu koku …


-Allahu Ekber, Allahu Ekber, La ilahe İllallah..
+Vekaletimi verdim kabul ediyor musun?
-Kabul ettim. Kabul Ettim. Kabul ettim.
+Bismillahirra…..
Gerisini duyamazdım, dudakları kıpırdardı. Dedemin o derin inançla çektiği besmeleyi kendi dudaklarımda  hissederdim. Kurban bayramı bizim evde coşkuyla mübarek olurdu.Aslında bizim tüm  çevrede öyleydi-öyle olduğunu sanırdım.
Bozdağlar’a şöyle bir sırtını vermiş, ovaya hafiften eğilmiş böyle yamada hızını almadan  durup kalmış yüz kadar ev. Bir de cami. Hani şu Mustafa Amca’yı Allah sandığım çocukluk günlerimin sabah ezanına müteakip, babaannemlerin evine koştur koştur, nefes nefese kendimi attığım sabahlarına neden olan evimize çok da uzak olmayan o cami. Bir zamanlar  nasıl korktuğumu ve koştuğumu hatırlıyorum da niçin o kadar korkardım ki. Çocukluk işte..
Mahallemiz köyün girişindeydi ve öylece de bitmezdi. Bizim mahallenin yolunu saatlerce  eşekle ya da yayan gitsen  önce dağlara, sonra dağların ardında bolca yağmur alan bir köye erişirdin. Bence o yolun bezirgan başı gibiydik. Onun için hep ayrıcalıklı olduğumuzu düşünürdüm.  Mahallenin o ezanlı sabahlarda beni asıl korkutan yeri eskiden cenazelerin kalktığı, şimdilerde dibek denen; yuvarlak ve düz bir su arkına benzeyen hayvanların su içtiği, büyükçe, çeşmeli yalaktı.
Bizim kapıdan dışarı çıkıp aşağı bakarsan yılların su sesine yorgun düşmüş uyurken fısır fısır ses çıkaran bir canavar görürdün, görürdüm. Ve tam bu ana tanık olduğum sırada camiden ezan Allahu Ekber derdi ve ben ardıma bile bakmadan sanki o yorgun canavar ezan sesiyle uyanıp beni fark etmiş de o uzun sessizliğine beni esir edecekmiş, nefesini ensemde hissede hissede son sürat koşardım.Son atlayışı babaannemlerin renk skalasında bile yeri olmayan bir maviye boyanmış büyük demir kapısının hizasına atardım.
Gız sen gudurdun mu? Ne goşuyon deli deli, diye kızardı babaannem. Bizim koşuşumuzu hiçbir zaman sevemedi zaten evde. Kafası sesi kaldırmazdı ve yılların acıları yüzüne yapışmış gibiydi, pek güldüğü görülmezdi
Mahalle bize ait gibiydi. Dedem, iki erkek kardeşi, bir ablası, babası bu mahalleye yerleşmişler. Bütün mahalle bizim soyadımızı taşıyordu ya da enişte, emmi, dayı çocuğu gibi sıfatlar  taşıyorlardı. Evlerimiz sırt sırta, balkonlarımız ağız ağza, kapılarımız karşı karşıyaydı. 
Her şey o kadar iç içeydi ki, kim kimle kavga etse,kim kime küfretse, kim kime kalleşlik etse duyulurdu, bilinirdir. Hemen pencere ağzında, kapı ardında fiskos edilir zaman zaman “ ohh, iyi oldu’’lar çalınırdı kulağıma. Güzel sözler ise büyük harflerle söylenmezdi, sevgi mahrem bir şeydi. Neden böyleydi ki? Şimdi ne kadar garip geldi.. Ama yine de biz bize idik . Enteresan bir yerdi bizim mahalle. Hem herkes kandaşın, can yoldaşın; hem herkes kanlın, can düşmanın.Hasmın. Gerçek hayatın bir ön gösterimiymiş oysa.
Dedem besmelesini çeker, önceden bileğisi özenle yapılmış  bıçağı koçun boynuna dayardı. Yere yan yatırılmış  koçun başı kıbleye bakardı. İki ön ayağı ile üste gelen arka ayağı sıkıca kalın bir iple bağlanır, alttaki arka bacağı serbest bırakılırdı. Canı oradan çıkıp gidermiş çünkü öyle demişti babaannem bir hevesle sorduğum vakit. Bir de koçun bir kulağı ile gözü kapatılırmış ki bıçağı görüp öleceğini anlayıp korkmasın diye hayvancağız. Ne nazik bir düşünce ..
Koçun boynuna dayadığı bıçağı sertçe bastırarak kendine çeker ve bir hamlede kan volkan gibi, tazyikli su gibi fışkırırdı koçun boğazından -şimdi hissettiğim gibi- bir nefessizlik hali ve can havli.
O yıl tüm sene kendime arkadaş ettiğim annemin ekti demesiyle adı Ekti kalan benim çapar arkadaşımı kesti dedem. Aylarca et yiyememiştim, hatırlıyorum. Dedemi uzun zaman Ekti’yi kestiği için suçlamıştım. O bana “Ekti seni cennette bekliyor. Kanatları oldu onun, seni köprüden sırtında uçarak geçirecek.’’ demişti.
Sahi Ekti beni orada karşılar mı şimdi?
Babamlar dört kardeşti ve sanırım haklı idi Hasan Ali “Babalarımız alınlarımıza yazılış yalnızlıklardır.’’ Çünkü babam hep yabandı, hep yalnızdı o ailede. Dedem mutlak bir otorite amcamlar yardımcı kuvvetler babamsa orada kalmaya zorlanmış bir gurbet esiri. Annemi de esir almışlar sonralarında ve bizi esirlik, ait olmama duygusu doğurmuştu kardeşimle. Bundan eminim. Başka açıklaması olamaz bu yaban kalışların. Biz dört sandalye bacağı hiç ait olamadık o mahalleye.
Çocuk ruhuna tırnaklarını geçiren bu yabanıllık sen oluyormuş bir zaman sonra ve ben şimdilerde o mahalleden yüzlerce kilometre uzaklıkta Bekir’in sevgisizlikten dem vurduğu şu an da titreyerek, kelimeye ve kelimenin hissine yabancılığımı belli etmiştim. Lakin sadece Bekir’in gören gözleri görmüştü bu titremeyi.Sahi Bekir nasıl görmemişti boynuma dolanan bu eli, gırtlağıma dayarken bileğili bıçağını.
Ekti’nin kesildiği bayramdan Sonra ne de hızlı geçmişti zaman. Her şey birden eskimişti. Dedem apak olmuştu, abdest alırken sıvazladığı ensesindeki çizgiler derinleşmiş; babaannem daha da küçülmüştü, kalp çarpıntıları artmış, ağrırlı azmıştı.
Filmlerdeki gibi olmuştu. 20 yıl sonra yazar da her şey ruhunu kaybetmiş gibi olur ya öyle olmuştu o seneden sonra. Dedemin evinde bin bir telaşla kesilen yenilen dağıtılan kurbanlar o neşeli sesler, bir anda pulunu dökmüş kapkara kalmıştı.
Biz büyümüştük.




Çoçukluğumla arama yirmili yıllar koyduğum bu gecenin hastanede bitmesine şaşırmıştım. Şaşırmamalıydım insanlara yardım etmek gerekliydi hangimiz yardıma ihtiyaç duymuyorduk ki. Selda kan vermişti biz de ona refakat etmiştik. Ama yine de ortalık kan kokuyordu. Ağır bir demir kokusu sızlatıyordu burnumu.
Bekir’in omuzlarına yorgun bir baykuş gibi tünemişti yalnızlık.



 Eve aceleyle gelmiştim. Kafamdaki sorunların hepsini çözmüş gibi aceleyle geldim.Yalnızlığım, yabanıllığım, aidiyetsizliğim hepsi o kadar yoktu ki sanki yıllardır insan nefesi girmemiş gibi toz içinde idi sandalyeleri ve kıpırtısızdı masa örtüsü. İçerisini görünce yüzyıllar gezmiş gelmiş gibi hissettim kendimi, odanın bu kadar sesiz olmasına alışkın değildim. Çünkü her akşam beni tam şurada, hislerimin ayrı ayrı oturduğu masanın başında, bir kadın karşılardı .Onu gördüğüm her vakit irkilirdim. Aynadaki Ben’e ne çok benzediğini düşünüp kendi kendime aslında benim bana pek de benzemediğini mırıldanırdım.Benden nefret ederdi, bilirdim. İnsanın kendinden nefret etmesi mümkündü bunun patalojik bir durum olması aklıma gelmemişti.
Eve geldiğimde tüm duygularım içimde idi ama aynadaki yüzüm yoktu. Evet vestiyerdeki ayna bunu bağırıyordu bana da duymuyor gibiydim. Yüzün yok, sen sen değilsin.
Senden nefret ediyorum,diye bağırıp şah damarıma  bastırdı yeni bileği kokusu burnuma kadar gelen bıçağı ve ben bende ciddi şekilde nefret ettiğini anlamıştım. Hayır!Dur, demeye varmadan nefesimin birden bire bir balon gibi boğazımda şiştiğini hissettim. Boynumdan aşağı erimiş lav akar gibiydi oysa parmaklarımın uçları çoktan donmuştu. Sonra …


19 Mart 2018 Pazartesi

W.S. Sone 115

Sana önceden yazdığım dizeler yalan söylüyordu; 
Seni bundan daha çok sevemem diyenler hani; 
Ama o zamanlar aklim bir türlü almıyordu, 
İçimdeki alevin daha da parlak yanabileceğini. 
Oysa zaman, kralların fermanını bile değiştirir, 
Yeminler arasına girer, milyonlarca oyunuyla, 
Kutsal güzelliği karartır, sivri niyetleri köreltir; 
Nice dik basları değişimin çarkına uydurur sonunda; 
Heyhat! 
Ben de zaman denen zorbanın kokusuyla, 
'En çok simdi seviyorum seni,' diyemez miyim; 
Askımdan kuşku duymadığım, en emin olduğumda, 
Geleceği unutup, o güne taç giydiremez miyim. 
Aşk bir bebek olduğuna göre, hayır, bunu diyemem, 
Büyümesini sürdüren şeyi, büyümüş gibi göremem.
 
William Shakespeare 

Rainer Maria Rilke için Lou Andreas-Salome'dan

Sen bütün kuşkuların tam karşıtıydın; dokunduğun, uzandığın ve gördüğün her şeyin var olduğuna tanıklık edendin. Dünya bulutlu görünüşünden sıyrıldı, zavallı ilk şiirlerimin belirli özelliği olan o birlikte akış ve çözülüşten kurtuldum; nesneler doğdular, yavaş yavaş ve güçlükle öğrendim her şeyin ne denli yalın olduğunu; ve olgunlaştım, yalın şeyler söylemeyi öğrendim. Bütün bunlar, kendimi şekilsizlik içinde yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğum bir sırada seni tanımak mutluluğuna erdiğim için oldu.”
Rainer Maria Rilke için Lou Andreas-Salome'dan

Yeniden mi?

Bunu yazmanın erken olduğu kanısındayım ama yine de yazacağım. Dün uzun zaman sonra dışarı çıktım ve insanlara karıştım. Onlarca çi...